Arkeolojik veriler İzmir'in 8500 yıllık tarihe sahip liman kenti olduğunu ortaya koymaktadır. Bugünkü Bornova ovasında Yeşilova höyüğünde MÖ 6500 ile tarihlenen ilk yerleşim limanın alüvyonlarla dolması nedeniyle, daha batıya, Bayraklı bölgesine yönelmiş artan nüfus ile Kadifekale eteklerinde yeni yerleşim yerleri oluşturulmuştur. Şehir ve çevresi, kuruluşundan itibaren zengin ticaret limanı olarak ünlenmiştir. Bereketli Ege topraklarınde yetişen tarım ürünlerinin dünya pazarlarına ulaştırıldığı tarım zengini bir Anadolu kenti olmasının yanısıra o yıllardaki dünya deniz ticaretinin önemli limanlarından olma özelliği ile kozmopolit nüfus yapısını barındırmıştır. Dünyadaki diğer örnekleri gibi farklı kültür, etnik ve dini kimliği barındıran liman kentlerinden olmasının yanı sıra Anadolu tarım kenti olmanın yerelliğini de yaşatan iki yüzlü bir kenttir, İzmir. Milli mücadeleyi ateşleyip Efeleriyle işgale direnecek kadar toprağına sahip çıkan Anadolulu olabildiği gibi “gavur İzmir” nitelemesini hak edecek ve özümseyecek kadar da hoşgörülü ve demokrat olabilmektedir İzmirli.
İzmir’in dünyaya açık kozmopolit yapısı ve nüfus özelliği demokratik hoşgörü tohumlarının atılmasını sağladığı gibi özellikle savaş ve sıkıntı dönemlerinde kısa sürede faşistleşebilecek yerel motifli ayrımcılık tohumlarını da bünyesinde barındırmaktadır.
Tarih boyunca farklı etnik ve dini grupların şehrin farklı mahallelerinde gettolar halinde karışmadan yaşadığı bir kenttir, İzmir. Şehri yöneten egemen otoritenin gücü ve ticaretin verdiği zenginlik farklı kültür ve grupların bir arada yaşamalarına olanak sağlamıştır. İzmirli çoğunlukla kendini hoşgörülü ve demokrat olarak nitelese de bu niteleme asimile veya kontrol edebildiği inanç, etnisite ve diğer kimlikleriyle tanımlanabilecek azınlık topluluklara yönelik olmuştur. Her ne kadar bugün Kadifekaledeki Dikbaştepe adıyla kendini ifade eden yerleşim yeri veya Karaburun civarında başlayan Börklüce isyanları bu asimilasyona direnen ve kendi kimliğiyle varolmak isteyenlerin varlığını işaret etse de şehir geleneksel ticari zenginliğini ve gücünü kullanarak kendi kimliğini dayatmayı her dönem başarmıştır.
Bu haliyle İzmir, evet hoşgörülüdür. Ancak hoşgörünün özünde eşitsizlik içeren bir kavram olduğu unutulmamalıdır. Güçlünün veya çoğunluğun azınlıktakileri hoşgörmesidir, yaşanan. Eşitlerin biraradalığında ise hoşgörüden çok tahammülden söz edilebilir. Demokrasinin, hoşgörünün ve ülkemizin modern yüzünün simgesi olarak gösterilen İzmir'in hoşgörüsünün ve tahammülünün zayıfladığı dönemler geçmişte de olmuştur. İşte böyle günlerde İzmir'in o faşist yerel motifli tahammülsüz ikinci yüzü belirir. Son yıllarda İzmir’in göçlerle birlikte artan nüfusuna tarım, ticaret ve sanayide büyümenin eşlik edememesi, krizlerin etkisiyle şehrin fakirleşmesi, ticaret ve sanayi burjuvazisinin eski gücünü bulamaması ile sıra fakirliğin paylaşımına geldiğinde İzmir'in o faşist yüzünün giderek daha fazla belireceği kaygısını taşıyanlardanım. Tahammül ve hoşgörü ile bir arada yaşayan farklı kültürlerin şehrin eski ekonomik gücünü yitiriyor olması ile rant kavgası ile birbirini kolaylıkla ötekileştirebileceğinden ve faşizan eğilimlerin, düşüncelerin daha çok taraftar bulabilmekte olduğunun ip uçları giderek daha da belirginleşiyor. ,
Demokratik hoşgörünün, Batılı ve modern olmanın simgesi olarak gösterilen, hatta gericiliğe direnen kale olarak tanımlanan İzmir'in tahammülsüz, hoşgörüsüz faşizan yüzünün belirmesiyle yaşanacak kutuplaşmanın kendi insanlarına ve ülkenin siyasi havasına zarar vermesi kaçınılmaz görünüyor. Rahmetli Tezer Özlü’nün tavsiyesine uyup İzmirlilerin de aynaya bakma zamanının geldiğini düşünüyorum.